yaşlı adam masalları
bölüm 15
yaşlı adamın belgeleri arasında küçük bir anı kitabını andıran özel bir belgede çıkmıştı ve bu belge yaşlı adama
ölümünden kısa bir süre önce posta yolu ile göderimiş ve altına da eski Türkçe yazıyla bir dipnot düşülmüştü ve bu kısım bilerek yaşlı adam tarafından okunmaması için karalanmıştı .
Bilirkişi bu karartılan kısımla ilgili kısmı özel bir notla makama özel notuyla gönderdiği için bununla ilgili kısım raporda sansürlenmişti.
O' NUN HİKAYESİ BAŞLANGIÇ BÖLÜM 1
Ester senin fotoğrafına yorum yaptı: eskiler vardı sevdiklerim beni ben yapan şimdiki deyimi ile biriciklerim vardı, nereden aklıma estiyse yazmak gelmişti içimden
İçimdeki volkanı adeta göğüs kafesimi patlatırcasına fışkıran kabına sığamayan volkanı gizemi kalmayacak şekilde kendime kalıcı olarak yazmak istedim .
Yazdıklarım sayfaları defterleri klasörleri aşınca korkuya kapıldım unutmaktan yazdıklarımın içinde atladığım bölümleri unutmaktan çok korktum zira son zamanlarda başlamıştı bende olan bu değişiklik akşam yorgun düşüp uyuma belirtileri başlayınca korkuyordum kendimi zorluyor yaşadığım bu evrelerde hatırlamadığım nice şeylerin olduğu endişesine kapılıyordum ve çoğu kez onları anımsatacak ipuçları bulurum ümidi ile beynimin kıvrımları arasında iz sürmeye başlıyor yazdıklarıma ekleyecek yeni kanıtlar arama çabasına girerek yorgun düşüp uyuya kalıyordum.
Bu garip hallerim uzunca bir zaman aldı durulmadı fazlalaştı ben de beni sarmalayan girdaptan kurtulamayıp en derinlere en eskilere beni ben yapan belleğimin başlangıcına doğru yapılan bu yolculuğa bu imkansız yolculuğa çıkmaya karar verdim .
B u serüven başka bir şekilde de olur muydu yoksa bütün bu yaşananlar önceden hazırlanmış kurgulanmış ve de hadi oyna denilen bir görsel tiyatro mu idi ve ben benim için yazılan tek kişilik oyunu daha ne kadar zaman oynayabilecektim
Hatırladıklarımı yazdıkça sanki bunlardan daha fazlası vardı diyecek kadar kuşkulanır olmuştum unuttuklarım beni mahcup etmesinler diyerek özel teknikler bile geliştirdiğim oldu ;bunları sistematiğe bağlamıştım ve hatırlama seansları gibi arkadaşlarımı göz önüne getiriyor onlardan yola çıkarak yaşanmışlar içerisinde beni etkileyen iyi ve kötü anları tekrar yazarak acaba bunlar da yaşanmış da ben unuttum sorularına yanıtlar arıyordum.
Sonunda eski fotoğraflar arasında bulduğum bir tanesi beni yolun başlangıcına getirdi ve artık bu yoldan ayrılmadan bildiğim kaybolmayacağım bu yoldan kendimi çözümleme serüvenine olaylarla ve yaşanmışlarla yüzleşme seferine çıkmaya yani ONU anlatmaya
Belgeler yoktu şahitler yoktu sadece benim belleğimde silik olarak yazılmış belli başlı izler vardı bunlar ne derece durumu aydınlatabilecek ti bilemiyordum
Yukarıda özetlemeye çalıştığım durumumdan sonra anlatacağım bu garip serüveni hadi birlikte izleyelim sizler koltuklarınıza yaslanın ve bu garip öyküyü izlemeye başlayın oldu da nasıl oldu.
Güçlükler yakamı bir türlü bırakmadı , eşini kaybettikten sonra daha bir içine kapanık olmuştu torununun doğması ile birlikte bir nebze üzüntüsünü hafifletecek hiç olmaz işe ona babaannelik yaparken geçen zaman acılarına bir nebze olsun merhem olacaktı Çamlıktaki orman idaresine bakan iki katlı evin pencerelerinden bahçeye özlemle bakarken Tiredeki evinde yaşıyormuş gibi hissettiğini söylerdi benimle konuşurken ve ekseri oradaki komşularından Babamla geçirdikleri o güzel ve dingin yaşamdan söz ederken gözleri dolar bana hissettirmeden yaşlanan gözlerini benden kaçırmaya çalışırdı.
Onların evlilikleri de bir serüven gibiydi ,Babam kendi ailesi içinde yegane okumuş kişiydi ve ailenin en küçüğü olmasına rağmen aile adeta onu bir lider gibi bellemişti babasını yaşını bile bulmadan kaybetmiş ve hiç baba yüzü görmemenin eksikliğini iyi bir ailenin kuruluşunda gösterdiği özende ve yetiştiği öğretmen okulunun vermiş olduğu engin hayat tecrübesinde ve bu tecrübeyi hayatı boyunca ona rehber kılmasında bulmuştu.
Annemin onu hastalığı esnasında bana anlattıkları ile o kadar inceliklerine kadar inceleme fırsatım oldu ki adeta anlatılanlarla benim yaşadıklarımı harmanladığımda bu minik aileye mensup olduğum için ne kadar gurur duysam azdır .
Ben yaradılış itibari ile içe kapanık bir insanımdır düşüncelere dalmayı kendime zaman ayırmayı ve de çok ender olarak özelimden bahsetmeyi sevmeyen bir ruh yapım vardır eşim kızım ve beni tanıyan arkadaşlarım bu yönümü hiç bilmezler zira kendimden bahsetmeyi bilmem ve beceremem.
Çoğu zaman bana söyledikleri ve taktıkları ve yakıştırdıkları söylem ile benim bencil olduğumu adeta kendimden başkasını umursamadığımı bile söyleyecek kadar bazen ileri bile giderler ,bense hep bu yakıştırmalara munisçe güler geçerim .
Üzerime çokça geldiklerinde ise adeta kendimi kollarmış gibi yapmacık bir hiddet belirtisi yapıp olaylardan sıyrılıveririm ,yani sizlerin anlayacağı bukalemun gibi zora geldikçe kendime bir bahane uydurup eleştiri ve saldırılardan kaçıveririm.
Evlendikten sonra Annem bir müddet daha Çamlık da ki orman idaresinin karşısındaki evde oturdu ve o eve ait anılarını ve de torunuyla geçirdiği o güzel günlerini anlatırken onu dinlemek bana anlatılmaz bir zevk verirdi
Başlıyorum....
"İkisini yazdıktan sonra öbürlerini yazmazsam ayıp ederim diye içimden geçirdim kısaca anımsatayım rahmetli Nazife halanız benim en büyük sırdaşımdı yaşamının son günlerine gelinceye değin bende onun sadık dinleyicisi aynı şeyleri defalarca anlatsa da ben ilk kez duymuş gibi ilgi ile dinleyerek onun bu defalarca aynı şeyleri yeni olarak bana anlatma heyecanına engel olmaksızın bıkmadan usanmadan ilgiyle anlatıları onun heyecanına ortak olarak beraberce yaşarmış gibi dinlerdim .
"İkisini yazdıktan sonra öbürlerini yazmazsam ayıp ederim diye içimden geçirdim kısaca anımsatayım rahmetli Nazife halanız benim en büyük sırdaşımdı yaşamının son günlerine gelinceye değin bende onun sadık dinleyicisi aynı şeyleri defalarca anlatsa da ben ilk kez duymuş gibi ilgi ile dinleyerek onun bu defalarca aynı şeyleri yeni olarak bana anlatma heyecanına engel olmaksızın bıkmadan usanmadan ilgiyle anlatıları onun heyecanına ortak olarak beraberce yaşarmış gibi dinlerdim .
yine onun anlatılarından biri ve o yaşarmış gibi duraklamadan anlatıyor uflaya puflaya yaşının verdiği ve sağlığının elverdiği şekli ile elimi tutarak ve zaman zaman elimi yüzüne yaklaştırarak adeta elimi koklayarak ve arada sırada boğuk bir sesle kuzum diyerek.
Yer İkiçeşmelik rahmetli Deden hala hayatta iken beni ve ağabeylerimi kollarının arasında sarıp sarmalayıp kollarken yaşanmış bir anımı anlatayım diye başlardı anlatılarına;
Bihrat’ın dedesi evimizin bir küçük odasında kiracı, resme meraklı ve biraz da çapkınca güzel bayanlar evin önünden geçtikçe kaçamak bakışlarla onları süzer resimlerine ilham kaynağı olacak şekilde ayrıntılarını eserlerine nakşederek ölümsüzleştirirmiş
Günlerden bir gün Ağabeyim Şevki ona bir oyun oynamaya karar vererek annesinin zarını yani siyah elbisesini giymiş ve mahallenin çocuklarıyla bir işveli davet mektubunu pencereden attırmış, Bahribaba parkında buluşma teklifi yazılıymış mektupta ve bu tuzağa inanan Dede Mavitan süslenmiş taranmış çenk elbiselerini giymiş Bahribaba parkına gitmiş Şevki dayın saatlerce onu oradan oraya koşturmuş ta ki siyah zarı açılıp çizgili pijaması görününceye kadar.
Yer İkiçeşmelik rahmetli Deden hala hayatta iken beni ve ağabeylerimi kollarının arasında sarıp sarmalayıp kollarken yaşanmış bir anımı anlatayım diye başlardı anlatılarına;
Bihrat’ın dedesi evimizin bir küçük odasında kiracı, resme meraklı ve biraz da çapkınca güzel bayanlar evin önünden geçtikçe kaçamak bakışlarla onları süzer resimlerine ilham kaynağı olacak şekilde ayrıntılarını eserlerine nakşederek ölümsüzleştirirmiş
Günlerden bir gün Ağabeyim Şevki ona bir oyun oynamaya karar vererek annesinin zarını yani siyah elbisesini giymiş ve mahallenin çocuklarıyla bir işveli davet mektubunu pencereden attırmış, Bahribaba parkında buluşma teklifi yazılıymış mektupta ve bu tuzağa inanan Dede Mavitan süslenmiş taranmış çenk elbiselerini giymiş Bahribaba parkına gitmiş Şevki dayın saatlerce onu oradan oraya koşturmuş ta ki siyah zarı açılıp çizgili pijaması görününceye kadar.
Şevki ben sana göstereceğim bana yaptığın bu şakanın ceremesine katlanacaksın diyerek kaptığı odunla ağabeyimin arkasından hışımla koşuşturması evimizde günlerce konuşuldu ve bizlere İkiçeşmelik canavarı geliyor diyerek bu hadiseye eklemeler yaparak güzelce eylenecek konularımız arasına koyuvermiştik ; işte o güzel insanların eğlenceleri yapacak küçük muziplikler ile geçen yokluğun ve yoksulluğun her kesimce paylaşıldığı maceralarla dolu güzel ve kaygısız günler elbiseler çok olmasa da temiz ve özenli yapılacak gülümsemeler ve muziplikler seviyeli insanların birbirlerine takılmaları bile kuralları aşmayacak derecede seviyeli diye anlatırdı .Bu anlatılanları bende dinledikçe o günleri yaşarcasına coşkulu ve keyifle notlarıma yazarken de özenli ve mutlu olurdum
O zamanlar ne cep telefonu nede facebook var sadece anıları anlatan namı diğer kulunuz ester var gerisi tavanarasi. net de
anlatan ester ester rahmetli babamın yani hasan çetingülün
inatçı katır anlamına gelen giritlice bir deyim
"halilimin tebessümünü arttıracak bir anıda onun için
sodaşın teknik müdürlüğünden ayrıldıktan sonra ikinci sanayi sitesinde hangardan bozma görünümlü bir büro açmıştım hoş şimdikide ondan pek farklı değil aradan kısa bir süre geçmişti ki ilk misafirimdi o yanında simitleriyle beni kutlamaya ve o munis gülümsemesi ile bana moral vermeye geldiğini söylemişti hoş beşten sonra burayı iyi belleyin tüylerimi diken diken eden teklifini yapmıştı müfitim sen şimdi yeni iş açıyorsun ihtiyaçların çoktur benim biraz param var çok ta değil emekli ikramiyemden kalan istersen sana verebilirin
akrabalarım bu jest benim için altından daha değerli bir şeydi çok teşekkür ettim buna hiç gerek olmadığını ama bu teklifi ile beni çok bahtiyar ettiğini söyledim gerçekten öyle olmuştu bu insanlar umur görmüş yüce kişilerdi hemen tümü öyleydi yemez yedirirlerdi böyle bir babanın çoculkları olduğunuz için ne kadar gururlansanız azdır devamı
"yer denizlinin çardak ilçesi sıkıntılı bir gün yada bana öyle geliyor o zamanlar telefonlar şimdiki gibi çal kapı değil telefonla görüşeceğin kişiye bağlanmak için önce ptt santralı aranıyor santralcı memurenin gönlü yapılıyor ve aradan 10 saata yakın süre geçince izmirle görüşülebiliyor
odamdaki telefon çaldı hiçte telefon beklemiyordum telefonda arayan dayımın foto mustafadaki muhasebecisi aynı zamanda sodaşın genel müdürü aklı sıra bana espiri yaparcasına
ahmet diye bir dayın varmı diye sordu anlam veremedim
ve acı haberi damdan düşercesine söyleyiverdi o artık yaşamıyor dedi çardak denizli arasını taksiyle uçarak geldim ama ilk işim şirkete gidip genel müdürü benzetmek oldu ne pahasına olursa olsun bu şekilde bir vefat haberi
ni herhalde ömrü boyunca verememiştir
bunu içimde kalmasın diye sizlerle paylaşmak istedim
görürsünüz "
"bu iki sakallıyı tanıyorum küçük bir anımı anlatıvereyim bu arada sene 1957 sünnet olacağız tiredeki evin önünde filinta gibi iki delikanlı duruyor biri emre diğeri bihrat şimdiki gibi saçları sakalları karışmamış bihrat ve emre o aralar çok çekişirlerdi bihrat emreye küstü ve evin arkasındaki zeytin ağacına çıktı rahmetli şükran halam onları barıştırabilmek için
ne diller döktü rahmetli ahmet dayım sünnet günü geldiğinde yine başrolde titiz ve emin bir sağlıkçı rolünde ben zavallı ağzımdaki lokumun verdiği zorlukla bağıramadım bile
bu yakışıklı delikanlıların bu anını görüntüleyen resmin aslı bende digital kopyası erdoğanda halil mesajı aldın sanırım
"
ben bu gün sayende o sığınaga kapanıp içimi acıtan onun hikayesini anlatacağım .bunu belki biraz uzun bazen de kısa zaman aralıklarında anlık olarak anlatmak istiyorum . 27 temmuzda kaybettim onu .yanına gömüleni de79 senesi 27 haziranında şimdi aynı toprakta yan yana yatıyorlar . beni toplumla barıştıran iki iyi insanı kim olduklarını şimdilik açıklamam gereksiz ama onları anlattığım satırlarda tahammül edip okuyanlar olursa bu toplumun aslında ne kadar değiştiğini görecekler .
aralarında sadece birer yaş olan osmanlı nın son vatandaşlarından 1916 doğumlu belkide yaşıt, uzaktan akraba izmir doğumlu iki güzide insanı .
1916 yılları onların anlatılarıyla her ikisinin aileleri giritten muhacır olarak gelmişler eski adı simirna ve onun buğulu karşısı kordelya ya yani şimdiki adları izmir ve karşıyakaya .birilerinin lakapları pülümüstakiler diğerlerinin ki girit mutasarrıfı ismini ve işte ben izin verirseniz bu iki kişiyle birlikte yaşadıklarımı anlatarak huzura ermeliyim
oğulları ..... ozamanın nüfus yapıları gereği bu iki aile birbirlerine çok yakın akrabalara sahip .
bu iki kişiyi hergün dizi gibi anlatmak istiyorum . çünkü onların hayatı ile ilgili o kadar güzek anılarım varki bunlar aynı zamanda cumhuriyetin badireleri gibi gerceklerle dopdolu onları okuyan yada okumaya zorlanan herkes birazda kendini bulacak sorunlarına kafa yormaya çalıştıgı bir girdabın içinde bocalayan bu güzel topraklarda yaşanmış gercek fedakarlık yıllarının öykülerini.
yer tire sene 1957 bir cumartesi günü okulun müdürü öğrencilerini her zamanki heyecanı ile istiklal marşı törenleri için toplamış hava biraz sogukça öğrencilerin üşümelerine de içi elvermediği için küçük sınıfları hafta tatiline çıkarmaları içinsınıf öğretmenlerini başıyla onayladıktan sonra bizlerden 5 kişilik bir dinleyici grubu oluşturarak baş öğretmen odasına çıkarıyor ve kafasındakileri yaşarken ki heyecanı ileyavaşca anlatmaya başlıyor .
dinleyenlerden biri de benim her zamanki gibi.
beni kendi okulunda okutmayacak kadarda prensip sahibi o cumarteside her cumartesi olduğu gibi bende anlatılan değişik öyküleri dinliyorum . kurtuluş orduları afyondan izmire doğru taarruza geçmişler bozulan yunan ordusu izmire doğru geri çekilmektedir. yer eskilerin kasaba dedikleri turgutlu babam büyük bir heyecanla anlatıyor .
‘ben babamı hiç görmedim beni benden 6 yaş büyük olan ablam büyüttü.Babam 3 aylıkken sıtmadan ölmüştü dedem. Babam babamı hiç görmedim derken gözleri konuyu anlattığı öğrencilere sizler ne mutlu şeylersiniz. Anne ve babalarınız adeta üstünüze titriyor derken adeta bende aynı gururu duyardım babam beni büyük ağabeyimi uyurken gözleri yaşlı severken cok uyandığımız olurdu .
yunanlıların turgutluya yaklaştığı haberini alan büyükler gelinlik çağınedaki kızlarla birlikte amcasının kızının saclarını kestiklerini yüzlerine kömür karası sürdüklerini belki 10.cu defa dinlerken senaryoyu hazırlayan senaristin de annem olduğunu anlatmadan geçemiyecegim
annem giritten geldigi için elenika denilen yunancayı giritliceden daha iyi bilirmiş .babam bu kısa açıklamayı yaptıktan sonra anlatmaya kaldığı yerden devam ederek bütün hayvanlarını ölmesinler diye başı boş bırakıldığını bu arada ateşe verilen kasabadan canlarını kurtarmak için bamya tarlalarına saklandıklarını anlatırken yine gözlerinin dolduğunu ve ağlamamak için kendini zor tuttuğunu anlatmama gerek yok gözleri yemyeşildi gözlerinden yaşlar akarken anlattığı amcakızını domdom kurşunu ile vurmuştular oracıkta ruhunu teslim eti diye anlatırken gözlerinde tarifsiz bir öfke anlatılmaz acılarla dolu bir görünümde olurdu her seferinde .
bu kısa girişten sonra malum konuşma gelirdi arkasından fizik kimya her şeyi size herkez öğretebilirama benim anlattıklarımı yıllar gececek sizlere bir masal gibi anlatacaklar belkide hiç anlatmayacaklar lafı kulaklarımda hala yankılanır bu konuya ilerleyen bölümlerde tekrar döneceğim necati bey ilk öğretmen okulunu bitirmişti ona verdikleri 2 adet atla köy okullarını teftişe giderdi kdiye anlatırdı söyleşilerinde her seferinde dağın başında sıraları olmayan tuvaletleri olmayan her seferinde öğrencilerin imece usülü getirdikleri odunla ısıtoılmaya çalışılan çoğu kez tuvaletini ve banyosunu kendisinin yaptıgı derme çatma köy ilk okullarıanlatımıyla onlara ozaman yüklenen rol öğretmenlikten ziyade tehber ve önder eğitici öğretmen rolü başbakanın zaman zaman eleştrilen konuşmalarında bu ülkeye eskiler 80 yılda neler yaptı derken bu günleri yaşamadığı açıkça belli oluyor
bu bildik bir ibadet töreni merasimi gibi anlatılan öyküleri o kadar sıklıkta dinler oldum ki bu bende adeta kişilik değişmesi yapmaya rüyalarım da bile olayın anlatılan bölümlerinin değişik versiyonlarını görmeme yol açar oldu zaman zaman sıkıntılar içinde anlatılan öyküyü rüyasında gören biri oldum çıktım babam o günden sonra ısrarlarımı kırmayarak öykünün diğer kısımlarınını isteğim üzerine tekrar tekrar anlatır oldu anlatırken ses tonunun uğradıgı degişiklikler onun bile anlatırken aynı heyecanı duyduğunun birer kanıtı oldu
bu arada ilginç bir anımı da bu arada anlatmak isterim günlerden bir cumartesi yine böyle bir tören sonucu eve birlikte gelinmiş harçlıklar alınarak günde üç film oynatan sinemaya gidilmişti buradan dönüşte akşam yemeği için gerekli alışverişleri yapan babamın eksik aldığı bir şeyi tamamlamak için bakkala gönderilmeme itiraz edince olay basitce pedagojik olarak bir güç gösterisine dönüşünce nasıl olduysa babamızdan hiç beklemediğimiz bir ceza şekli ile karşılaştık altı ay süre ile hiçbir şekilde sinemaya gitmeyecektik bu şimdi anlamsız ve yanlış bir ceza görülse dahi oyıllar bizlere cok anlamlı gelen aksini hiç düşünmediğimiz bir güç gösterme şekli oldu bizler ağabeyim ve ben bu süreç içinde babamın sinema yöneticilerini de işin içerişıne sokulması sonucu altı ay sinemaya gidemedik bu meyanda mahallenin yaşllarının araya girmeleri konuyu hiç değiştirmedi cezanın bittiği gün ailenin bütün fertleri bir seramonik törende bir araya gelip babamın hazırladığı bir yemek ziyafeti ve akşam ailenin topyekün gitti
ği bir dram filmi ve karşılıklı dökülen göz yaşları ve filmin sonundaki bölüme alkış tutarakfilmi kutlayan çetingül ailesi
tipik bir ege kasabası değildi tire osmanlının kültür mirasının depolandığı insanları garip bir gururla biz son osmanlılarız diyecek kadar her secimde muhafazakar partileri yürekten destekleyen çevresine göre kendini sanki son osmanlı gibi gören kendine özgü yaşayan daima aristokrat yaradılışlı insanların memleketi her türlü milli bayram törenlerinin bir karnaval edasıyla kutlandığı EFENDİ yani beyaz türklerin payitahtı yeşil tire
orta sona kadar öğrencilik yıllarım bu gizemli ege kasabasında geçti bilirsiniz o yıllarda öğretmenler toplumun en saygı duyduğu kızlarında evlenmekte en rağbet gösterdiği memur kümesinin en karakterli öğeleriydiler o zamanın zengin ve fakirleri arasında göreceli olarak çokca bariz bir fark
yoktu ayakkabılar aynı kunduracıdan aynı kalıplarda ama yalnızca deri kalitesiyle ayrıcalık gösterirdi elbiseler de aynı yalnızca kumaş kalite farkları dışında aynı terzinin varsıl ve yoksul müşterileri provalarda bile aynı merasimler bir farkla ısmarlanan çaylar ve kahvelere ek verilen sigaralar yoksullar tabakadan sarma sigara varsıllar yenice veye yeni harman
ilçenin yaz aylarında en önemli eğlencesi açık hava sinemaları ve sinema antraklarında birbirlerine özlemle bakan sevgililer buluşma gezme dolaşma ve beraberce çıkma bu kavramlar daha yeni yeni seyredilen filmlerle gelmeye başlamıştı
bizlerde başlangıç müziğini duyduğumuzda hızla çarpan kalplerimizle çoğu ailelerimizin arasındaki kaçamaklarda göz göze olan aşıklar misali küçüklük aşklarımızın o doyulmaz hülyaları arasında filmi adeta yaşarcasına sanki yan yana sevgiliyle seyretme heyecanlarını yaşardık düşünüyorum da o günlere tekrar dönebilmeyi ne de çok isterdim yaz gecelerinin buğulu esrarını ful sokağın esrarlı mandolin virtüözü abimin küçük ezgileri şenlendirirdi o sinema dönüşlerinde eğer ağabeyim evdeyse bütün pencereler adeta onun serenatlarını dinleyen buğulu gözlü insanlarla dolardı portofino onun favori şarkısı bende onun sadık ritimcisi şimdi o güzel günler o yapmacıksız sevgiler içten gelen ikramlar başörtülü komşular onlar bir taneydi laf arasında şimdiki yapay versiyonlarının aksine bizdendiler Musevileri de Ermenileri de hangi kökten olursa olsunlar onlar bizim biz onlarındık devam edecek
ilk ve orta okulu bitirdiğimde önümde iki şık vardı ya her gün otorayla sabah ödemişe gidip akşam tekrar tireye dönerek liseye devam etmek yada ağabeyime yapılan gibi akrabalarımın yanında Karşıyaka erkek lisesinde okumak
bu ikisi de benim için aynı kapıya çıkıyordu artık anne ve babaların yanındaki po muazzam rahat ve anlamlı yaşam bitiyordu bir eylül sabahı otorayla izmire oradan da vapurla Karşıyaka ya geldiğim günü hiç unutamam her ne kadar isteseler de babam benimle gelememişti son zamanlarda sağlığı iyice bozulmuş bizlerin deyimiyle salı günü hastalığına yakalanmıştı salı günü tirenin meşhur pazarının kurulduğu nefis üzümlerin ve meyvelerin bol ve ucuz satıldığı bir pazar ve babam pazar dönüşü yenilen meyvelerin sonucu sonradan öğrendiğimiz malum şeker koma sı
işte böyle bir koma sonucu annemin hazırladığı boyumdan büyük valizim ve ben amcamların yanına Karşıyaka erkek lisesi macerama yalnız ürkek ve yorgun başladım hala devam eden hayat maceramın ilk yelkenlisi ile derin okyanuslarda kaybolmadan yalnızlık savaşının başladığı ilk günler
bunları yazmaya karar verdiğim de sayfalar dolusu karalamalarım oldu bir gün beynimde bir ışık çaktı ben nasıl olsa günün birinde herkes gibi öleceğim ama benim içinde fırtınalar var bunları dışa vuramasam sanki bu fırtınalar beni boğacakmış gibi oluyor
artık eskiden olduğu gibi bunları içime atma yerine ortaya anlatmaya karar vermem bundan yaklaşık iki yıl önce başladı sayfalar dolusu yazdım yırttım sonra gene ve gene.
O zamanlar ne cep telefonu nede facebook var sadece anıları anlatan namı diğer kulunuz ester var gerisi tavanarasi. net de
anlatan ester ester rahmetli babamın yani hasan çetingülün
inatçı katır anlamına gelen giritlice bir deyim
"halilimin tebessümünü arttıracak bir anıda onun için
sodaşın teknik müdürlüğünden ayrıldıktan sonra ikinci sanayi sitesinde hangardan bozma görünümlü bir büro açmıştım hoş şimdikide ondan pek farklı değil aradan kısa bir süre geçmişti ki ilk misafirimdi o yanında simitleriyle beni kutlamaya ve o munis gülümsemesi ile bana moral vermeye geldiğini söylemişti hoş beşten sonra burayı iyi belleyin tüylerimi diken diken eden teklifini yapmıştı müfitim sen şimdi yeni iş açıyorsun ihtiyaçların çoktur benim biraz param var çok ta değil emekli ikramiyemden kalan istersen sana verebilirin
akrabalarım bu jest benim için altından daha değerli bir şeydi çok teşekkür ettim buna hiç gerek olmadığını ama bu teklifi ile beni çok bahtiyar ettiğini söyledim gerçekten öyle olmuştu bu insanlar umur görmüş yüce kişilerdi hemen tümü öyleydi yemez yedirirlerdi böyle bir babanın çoculkları olduğunuz için ne kadar gururlansanız azdır devamı
"yer denizlinin çardak ilçesi sıkıntılı bir gün yada bana öyle geliyor o zamanlar telefonlar şimdiki gibi çal kapı değil telefonla görüşeceğin kişiye bağlanmak için önce ptt santralı aranıyor santralcı memurenin gönlü yapılıyor ve aradan 10 saata yakın süre geçince izmirle görüşülebiliyor
odamdaki telefon çaldı hiçte telefon beklemiyordum telefonda arayan dayımın foto mustafadaki muhasebecisi aynı zamanda sodaşın genel müdürü aklı sıra bana espiri yaparcasına
ahmet diye bir dayın varmı diye sordu anlam veremedim
ve acı haberi damdan düşercesine söyleyiverdi o artık yaşamıyor dedi çardak denizli arasını taksiyle uçarak geldim ama ilk işim şirkete gidip genel müdürü benzetmek oldu ne pahasına olursa olsun bu şekilde bir vefat haberi
ni herhalde ömrü boyunca verememiştir
bunu içimde kalmasın diye sizlerle paylaşmak istedim
görürsünüz "
"bu iki sakallıyı tanıyorum küçük bir anımı anlatıvereyim bu arada sene 1957 sünnet olacağız tiredeki evin önünde filinta gibi iki delikanlı duruyor biri emre diğeri bihrat şimdiki gibi saçları sakalları karışmamış bihrat ve emre o aralar çok çekişirlerdi bihrat emreye küstü ve evin arkasındaki zeytin ağacına çıktı rahmetli şükran halam onları barıştırabilmek için
ne diller döktü rahmetli ahmet dayım sünnet günü geldiğinde yine başrolde titiz ve emin bir sağlıkçı rolünde ben zavallı ağzımdaki lokumun verdiği zorlukla bağıramadım bile
bu yakışıklı delikanlıların bu anını görüntüleyen resmin aslı bende digital kopyası erdoğanda halil mesajı aldın sanırım
"
ben bu gün sayende o sığınaga kapanıp içimi acıtan onun hikayesini anlatacağım .bunu belki biraz uzun bazen de kısa zaman aralıklarında anlık olarak anlatmak istiyorum . 27 temmuzda kaybettim onu .yanına gömüleni de79 senesi 27 haziranında şimdi aynı toprakta yan yana yatıyorlar . beni toplumla barıştıran iki iyi insanı kim olduklarını şimdilik açıklamam gereksiz ama onları anlattığım satırlarda tahammül edip okuyanlar olursa bu toplumun aslında ne kadar değiştiğini görecekler .
aralarında sadece birer yaş olan osmanlı nın son vatandaşlarından 1916 doğumlu belkide yaşıt, uzaktan akraba izmir doğumlu iki güzide insanı .
1916 yılları onların anlatılarıyla her ikisinin aileleri giritten muhacır olarak gelmişler eski adı simirna ve onun buğulu karşısı kordelya ya yani şimdiki adları izmir ve karşıyakaya .birilerinin lakapları pülümüstakiler diğerlerinin ki girit mutasarrıfı ismini ve işte ben izin verirseniz bu iki kişiyle birlikte yaşadıklarımı anlatarak huzura ermeliyim
oğulları ..... ozamanın nüfus yapıları gereği bu iki aile birbirlerine çok yakın akrabalara sahip .
bu iki kişiyi hergün dizi gibi anlatmak istiyorum . çünkü onların hayatı ile ilgili o kadar güzek anılarım varki bunlar aynı zamanda cumhuriyetin badireleri gibi gerceklerle dopdolu onları okuyan yada okumaya zorlanan herkes birazda kendini bulacak sorunlarına kafa yormaya çalıştıgı bir girdabın içinde bocalayan bu güzel topraklarda yaşanmış gercek fedakarlık yıllarının öykülerini.
yer tire sene 1957 bir cumartesi günü okulun müdürü öğrencilerini her zamanki heyecanı ile istiklal marşı törenleri için toplamış hava biraz sogukça öğrencilerin üşümelerine de içi elvermediği için küçük sınıfları hafta tatiline çıkarmaları içinsınıf öğretmenlerini başıyla onayladıktan sonra bizlerden 5 kişilik bir dinleyici grubu oluşturarak baş öğretmen odasına çıkarıyor ve kafasındakileri yaşarken ki heyecanı ileyavaşca anlatmaya başlıyor .
dinleyenlerden biri de benim her zamanki gibi.
beni kendi okulunda okutmayacak kadarda prensip sahibi o cumarteside her cumartesi olduğu gibi bende anlatılan değişik öyküleri dinliyorum . kurtuluş orduları afyondan izmire doğru taarruza geçmişler bozulan yunan ordusu izmire doğru geri çekilmektedir. yer eskilerin kasaba dedikleri turgutlu babam büyük bir heyecanla anlatıyor .
‘ben babamı hiç görmedim beni benden 6 yaş büyük olan ablam büyüttü.Babam 3 aylıkken sıtmadan ölmüştü dedem. Babam babamı hiç görmedim derken gözleri konuyu anlattığı öğrencilere sizler ne mutlu şeylersiniz. Anne ve babalarınız adeta üstünüze titriyor derken adeta bende aynı gururu duyardım babam beni büyük ağabeyimi uyurken gözleri yaşlı severken cok uyandığımız olurdu .
yunanlıların turgutluya yaklaştığı haberini alan büyükler gelinlik çağınedaki kızlarla birlikte amcasının kızının saclarını kestiklerini yüzlerine kömür karası sürdüklerini belki 10.cu defa dinlerken senaryoyu hazırlayan senaristin de annem olduğunu anlatmadan geçemiyecegim
annem giritten geldigi için elenika denilen yunancayı giritliceden daha iyi bilirmiş .babam bu kısa açıklamayı yaptıktan sonra anlatmaya kaldığı yerden devam ederek bütün hayvanlarını ölmesinler diye başı boş bırakıldığını bu arada ateşe verilen kasabadan canlarını kurtarmak için bamya tarlalarına saklandıklarını anlatırken yine gözlerinin dolduğunu ve ağlamamak için kendini zor tuttuğunu anlatmama gerek yok gözleri yemyeşildi gözlerinden yaşlar akarken anlattığı amcakızını domdom kurşunu ile vurmuştular oracıkta ruhunu teslim eti diye anlatırken gözlerinde tarifsiz bir öfke anlatılmaz acılarla dolu bir görünümde olurdu her seferinde .
bu kısa girişten sonra malum konuşma gelirdi arkasından fizik kimya her şeyi size herkez öğretebilirama benim anlattıklarımı yıllar gececek sizlere bir masal gibi anlatacaklar belkide hiç anlatmayacaklar lafı kulaklarımda hala yankılanır bu konuya ilerleyen bölümlerde tekrar döneceğim necati bey ilk öğretmen okulunu bitirmişti ona verdikleri 2 adet atla köy okullarını teftişe giderdi kdiye anlatırdı söyleşilerinde her seferinde dağın başında sıraları olmayan tuvaletleri olmayan her seferinde öğrencilerin imece usülü getirdikleri odunla ısıtoılmaya çalışılan çoğu kez tuvaletini ve banyosunu kendisinin yaptıgı derme çatma köy ilk okullarıanlatımıyla onlara ozaman yüklenen rol öğretmenlikten ziyade tehber ve önder eğitici öğretmen rolü başbakanın zaman zaman eleştrilen konuşmalarında bu ülkeye eskiler 80 yılda neler yaptı derken bu günleri yaşamadığı açıkça belli oluyor
bu bildik bir ibadet töreni merasimi gibi anlatılan öyküleri o kadar sıklıkta dinler oldum ki bu bende adeta kişilik değişmesi yapmaya rüyalarım da bile olayın anlatılan bölümlerinin değişik versiyonlarını görmeme yol açar oldu zaman zaman sıkıntılar içinde anlatılan öyküyü rüyasında gören biri oldum çıktım babam o günden sonra ısrarlarımı kırmayarak öykünün diğer kısımlarınını isteğim üzerine tekrar tekrar anlatır oldu anlatırken ses tonunun uğradıgı degişiklikler onun bile anlatırken aynı heyecanı duyduğunun birer kanıtı oldu
bu arada ilginç bir anımı da bu arada anlatmak isterim günlerden bir cumartesi yine böyle bir tören sonucu eve birlikte gelinmiş harçlıklar alınarak günde üç film oynatan sinemaya gidilmişti buradan dönüşte akşam yemeği için gerekli alışverişleri yapan babamın eksik aldığı bir şeyi tamamlamak için bakkala gönderilmeme itiraz edince olay basitce pedagojik olarak bir güç gösterisine dönüşünce nasıl olduysa babamızdan hiç beklemediğimiz bir ceza şekli ile karşılaştık altı ay süre ile hiçbir şekilde sinemaya gitmeyecektik bu şimdi anlamsız ve yanlış bir ceza görülse dahi oyıllar bizlere cok anlamlı gelen aksini hiç düşünmediğimiz bir güç gösterme şekli oldu bizler ağabeyim ve ben bu süreç içinde babamın sinema yöneticilerini de işin içerişıne sokulması sonucu altı ay sinemaya gidemedik bu meyanda mahallenin yaşllarının araya girmeleri konuyu hiç değiştirmedi cezanın bittiği gün ailenin bütün fertleri bir seramonik törende bir araya gelip babamın hazırladığı bir yemek ziyafeti ve akşam ailenin topyekün gitti
ği bir dram filmi ve karşılıklı dökülen göz yaşları ve filmin sonundaki bölüme alkış tutarakfilmi kutlayan çetingül ailesi
tipik bir ege kasabası değildi tire osmanlının kültür mirasının depolandığı insanları garip bir gururla biz son osmanlılarız diyecek kadar her secimde muhafazakar partileri yürekten destekleyen çevresine göre kendini sanki son osmanlı gibi gören kendine özgü yaşayan daima aristokrat yaradılışlı insanların memleketi her türlü milli bayram törenlerinin bir karnaval edasıyla kutlandığı EFENDİ yani beyaz türklerin payitahtı yeşil tire
orta sona kadar öğrencilik yıllarım bu gizemli ege kasabasında geçti bilirsiniz o yıllarda öğretmenler toplumun en saygı duyduğu kızlarında evlenmekte en rağbet gösterdiği memur kümesinin en karakterli öğeleriydiler o zamanın zengin ve fakirleri arasında göreceli olarak çokca bariz bir fark
yoktu ayakkabılar aynı kunduracıdan aynı kalıplarda ama yalnızca deri kalitesiyle ayrıcalık gösterirdi elbiseler de aynı yalnızca kumaş kalite farkları dışında aynı terzinin varsıl ve yoksul müşterileri provalarda bile aynı merasimler bir farkla ısmarlanan çaylar ve kahvelere ek verilen sigaralar yoksullar tabakadan sarma sigara varsıllar yenice veye yeni harman
ilçenin yaz aylarında en önemli eğlencesi açık hava sinemaları ve sinema antraklarında birbirlerine özlemle bakan sevgililer buluşma gezme dolaşma ve beraberce çıkma bu kavramlar daha yeni yeni seyredilen filmlerle gelmeye başlamıştı
bizlerde başlangıç müziğini duyduğumuzda hızla çarpan kalplerimizle çoğu ailelerimizin arasındaki kaçamaklarda göz göze olan aşıklar misali küçüklük aşklarımızın o doyulmaz hülyaları arasında filmi adeta yaşarcasına sanki yan yana sevgiliyle seyretme heyecanlarını yaşardık düşünüyorum da o günlere tekrar dönebilmeyi ne de çok isterdim yaz gecelerinin buğulu esrarını ful sokağın esrarlı mandolin virtüözü abimin küçük ezgileri şenlendirirdi o sinema dönüşlerinde eğer ağabeyim evdeyse bütün pencereler adeta onun serenatlarını dinleyen buğulu gözlü insanlarla dolardı portofino onun favori şarkısı bende onun sadık ritimcisi şimdi o güzel günler o yapmacıksız sevgiler içten gelen ikramlar başörtülü komşular onlar bir taneydi laf arasında şimdiki yapay versiyonlarının aksine bizdendiler Musevileri de Ermenileri de hangi kökten olursa olsunlar onlar bizim biz onlarındık devam edecek
ilk ve orta okulu bitirdiğimde önümde iki şık vardı ya her gün otorayla sabah ödemişe gidip akşam tekrar tireye dönerek liseye devam etmek yada ağabeyime yapılan gibi akrabalarımın yanında Karşıyaka erkek lisesinde okumak
bu ikisi de benim için aynı kapıya çıkıyordu artık anne ve babaların yanındaki po muazzam rahat ve anlamlı yaşam bitiyordu bir eylül sabahı otorayla izmire oradan da vapurla Karşıyaka ya geldiğim günü hiç unutamam her ne kadar isteseler de babam benimle gelememişti son zamanlarda sağlığı iyice bozulmuş bizlerin deyimiyle salı günü hastalığına yakalanmıştı salı günü tirenin meşhur pazarının kurulduğu nefis üzümlerin ve meyvelerin bol ve ucuz satıldığı bir pazar ve babam pazar dönüşü yenilen meyvelerin sonucu sonradan öğrendiğimiz malum şeker koma sı
işte böyle bir koma sonucu annemin hazırladığı boyumdan büyük valizim ve ben amcamların yanına Karşıyaka erkek lisesi macerama yalnız ürkek ve yorgun başladım hala devam eden hayat maceramın ilk yelkenlisi ile derin okyanuslarda kaybolmadan yalnızlık savaşının başladığı ilk günler
bunları yazmaya karar verdiğim de sayfalar dolusu karalamalarım oldu bir gün beynimde bir ışık çaktı ben nasıl olsa günün birinde herkes gibi öleceğim ama benim içinde fırtınalar var bunları dışa vuramasam sanki bu fırtınalar beni boğacakmış gibi oluyor
artık eskiden olduğu gibi bunları içime atma yerine ortaya anlatmaya karar vermem bundan yaklaşık iki yıl önce başladı sayfalar dolusu yazdım yırttım sonra gene ve gene.
1 yorum:
Tümünü nerede bulurum
Yorum Gönder