Kimya Kütüphanesi
Nükleer Enerji
2005-08-03 22:26:02
HaPpY
2.2 ATOM ELEKTRİĞİNE ALTERNATİFLER
Atom enerjisinden elde edilen elektriğin yerine ne koyacağımız, bizim için çok açık. Kömür, petrol veya doğal gaz gibi fosil enerji kaynaklarının kullanılması iklim değişikliklerine neden olarak, aynı şekilde büyük sorunlar yaratmaktadır; bu nedenle fosil kaynakların kullanımı da sınırlanmak durumundadır.
Birincisi aşırı ölçüde elektrik harcıyoruz. Bu harcamayı azaltmak için, insanlar konforlarından vazgeçmeden, sanayi sıkıntıya girmeden kullanılabilecek birçok teknik olanak var. Enerji tasarrufu önlemlerini arttırarak uygulamamız gerekiyor. Ancak aynı zamanda elektrik üretiminde verimlilik de acilen gereklidir. Atom santralleri ve büyük kömür yada petrol santralleri kullandıkları enerjinin üçte ikisini aslında kullanmamakta, ısıyı örneğin nehir suyunu buharlaştırmak yoluyla israf etmektedirler. Elektrik üretimini her evin kendisinin yapması daha anlamlı; evi ısıtmak için gerekli ısıyı üretebileceğimiz ve bunu yaparken aynı zamanda elektrik elde edeceğimiz küçük tesislerle. Isıya ihtiyaç duymadığımız zamanlarda özellikle yazın, önemli miktarda elektrik üretebileceğimiz ilave enerji kaynakları elimizin altında bulunabilir;
Yenilenebilir enerjiler: Bazı Avrupa ülkelerinde örneğin Almanya'da son 10 yılda özellikle rüzgar enerjisinin kullanımında çok ilerlemiştir. Türkiye'de özellikle batıda, rüzgar enerjisi konusunda büyük bir potansiyel mevcuttur.
Birçok şekilde, özellikle fotovoltaik yolla elektrik üretebilecek diğer bir kaynak ise güneş enerjisidir. Solar ışınlardan diğer bir yararlanma yolu, oluklu parabolik santrallerle solar termik elektrik üretimi olabilir.
Su gücünü de daha çok kullanabiliriz, ancak büyük ve merkezi barajlar yaparak değil.
Konunun dördüncü ayağı biyokütleden yararlanmaktır. Burada da çok çeşitli olanaklar mevcuttur. Biyokütle tarımda çöplerden çıkan biyogazın kullanılması, bitkisel yağları ise örneğin motordaki yanmada kullanılması yoluyla veya katı biyokütlesel yakıt elemanlarıyla yeni uğraş alanları, iş sahaları yaratılabilir.
Örneğin hidrojeni doğrudan biyokütleden elde etmek için son derece enteresan teknik yöntemler var. Elde edilen hidrojen ise yakıt hücrelerinde elektrik ve ısı üretimi için kullanılabilir.
Beşinci olarak, jeotermal enerjinin Türkiye'de büyük bir geleceği olabilir. Isıtma amaçlı olarak Türkiye'de dikkate değer ölçüde kullanılmaktadır. İzmir yakınlarında 35 MW gücünde büyük bir santral kurulacak. Bu santral elektrik ve ısı üretecek; ısı sadece ev ısıtmasında değil, seralarda, balık üreticiliğinde kullanılarak tarımda yeni faaliyet alanları açılacak. Projenin maliyeti yaklaşık 100 milyon marktır.
Atom santralına uyarlayacak olursak; bir atom santralını böyle 30 projeyle, yani santral maliyetinin yarısıyla ikame etmek mümkündür. Evleri ısıtmak yada başka şeyler için uranyum veya petrol satın almanıza da gerek yok. Ayrıca atmosfere hiç karbondioksit ve radyoaktif madde verilmeyeceği için, çevre açısından da hiç bir sakınca taşımamaktadır
3. TÜRKİYEDE NÜKLEER ENERJİ
3.1 TÜRKİYE'NİN NÜKLEER SERÜVENİ
Türkiye'de nükleer santral yapmak isteyenlerin tek dayanağı, "Ülkenin yakın bir gelecekte elektrik sıkıntısı" nedeniyle karanlıkta kalacağı iddiası. İddia eldeki verilerle örtüşmüyor. Türkiye yenilenebilir enerji potansiyeli açısından oldukça zengin bir ülke. Ancak yenilenebilir enerji kaynaklarının çeşitliliğine rağmen devlet enerji yelpazesi içindeki rolünü resmen kabul etmedi. Nükleer santral ihalesi tam bir "arapsaçı"na döndü. Bugün yapılacak ihaleye katılanlar arasında Demirel'in "manevi evladı" Kamuran Çörtük'ün patronu olduğu Bayındır Holding de Türkiye'de nükleer enerji yanlıları, bir nükleer güç programı başlatma amacıyla bugüne kadar birçok başarısız girişimde bulundu. 1965'te 300-400 MW'lık bir santral kurulması girişimi, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve politik koşullar nedeniyle gerçekleşmedi. Çalışmalar, 1976'da Akkuyu sahasına Türkiye Atom Enerji Kurumu tarafından yer lisansı verilmesiyle sonuçlandı ve hemen ertesi yıl inşaat için görüşmeler başladı. Ancak hükümet tarafından şart koşulan yüzde 100 dış kredi, ilgili İsveçli ASEA ATOM firması tarafından sağlanamayınca sonuç alınamadı. 1983'teki ihaledeyse Alman KWU firması yüzde 100 dış kredi şartını kabul etmiş, ancak hükümet anahtar teslimi yerine yap-işlet-devret modelini önermiş, KWU bu modeli kabul etmemişti. Kanadalı devlet kuruluşu AECL de aynı modeli prensipte kabul etti, ancak projenin finansmanına hükümet garantisi istedi. Sinop'ta bir santral kurması için davet edilen General Elektrik firması da, hem finansman sorunu hem de yer lisansı olmaması nedeniyle projeden vazgeçti. Nükleer 'inadından' vazgeçmeyen Türkiye, 1993'te tekrar santrali gündeme getirdi.
3.2 FAY ÜZERRİNE SANTRAL
Nükleer santralin insanlık için ölümcül sonuçları bir yana, Akkuyu dendiğinde tartışılması gereken bir başka boyut da, santralin aktif fay hattına yakın bir bölgeye yapılması. Akkuyu'nun sadece 20-25 kilometre güney doğusundan aktif olan Ecemiş Fay Hattı geçiyor. 1991 yılına kadar bölgenin aktif olmadığı iddia ediliyordu. Ancak, bu iddiaların gerçeği yansıtmadığı, Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri Teknolojisi Enstitüsü'nden öğretim üyeleri Sungu Gökçen, Gilbert Kellıng, Atilla Uluğ, Nuran Gökçen ve Erdeniz Özel'in, 1991 yılında Alanya-Mersin kıyılarında yaptığı sismik araştırmalarla ortaya çıktı. "Alanya-Mersin arası deniz bölgesindeki genç tektonik yapılar" adıyla raporlaştırılan çalışmaya 1988 yılında başlayan akademisyenler, Alanya-Mersin arasındaki deniz bölgesinde sismik ve deniz jeolojisi-jeofiziği araştırmaları yaptı. Raporda, nükleer santral yapılması planlanan Mersin Akkuyu'nun 20-25 kilometre güney doğusundan geçen Ecemiş Fay Hattı'na ilişkin olarak, "Bölgenin doğusunda yer alan alt basen, tuz domları büyüme faylarının yanı sıra kaymalarla belirgindir. Çukurova Tersiyer Havzası'nın batı sınırını oluşturan Ecemiş Fay'ı önceden bilindiğinin aksine günümüzde de aktiftir. Orta ve batı teknotik üniteler ise, fayların yanı sıra, doğu-batı ve kuzeydoğu-güneybatı uzanımlı normal faylar ve bindirmelerle karakteristiktir" ifadelerine yer verildi. 4. derece deprem kuşağında olduğu iddia edilen Ecemiş Fay Hattı'nın kuzey bölümü, Niğde Üniversitesi'nde 28-30 Mayıs 1998 tarihlerinde yapılan atölye çalışmasına katılan uzmanlar, bölgeyi 1. derece deprem bölgesi olarak belirlemişti. En son çalışmalar bölgenin "riskli" olduğunu ortaya koysa da nükleer enerji isteyenlere göre, bölge deprem riski ve fay hattı açısından risksiz ve hatta "5. derece deprem bölgesi"nde. Ve bu çalışmalarını da, 1972-1976 yıllarında Türkiye Elektrik Kurumu tarafından yaptırılan bir araştırmaya dayandırıyorlar.
3.3 RİSKİ FELAKET GETİREN ENERJİ
"Birbirinden yüzlerce kilometre uzaklıktaki Utah ve Arizona eyaletlerinin çiftçileri bile gökyüzünün parlak bir ışıkla kaplandığını gördüler. Evlerin pencereleri sarsıldı. Radyoaktif bulutlar ABD'nin üstüne bir çarşaf gibi yayıldı. Olayın tanıkları, hatta onların çocukları bile tedavi edilemez hastalıklarla boğuştular sonradan. Çok sayıda insan ve hayvan kanser olmuştu." Nevada ve komşu eyaletlerin sakinleri 27 Ocak 1951'deki ilk nükleer denemeyi böyle yaşadılar. ABD, o tarihten bu yana Nevada Çölü'nde 935 deneme daha yaptı. O'nu diğer ülkeler takip etti. Ve bugün nükleer enerji insanlığın karşısına çıkabilecek en büyük tehlikelerden biri haline geldi. 2. Dünya Savaşı sırasında atom bombasının geliştirilmesindeki o muazzam ve çılgın çabalar içinde doğan nükleer gücün, söylendiği gibi, hiç de "barışçı bir amacı" olmadı. Tüm nükleer güç reaktör tasarımları 1950'lerdeki askeri tasarımlardan doğdu. Bir taraftan tasarımlar nükleer silahlar için optimize edilirken, diğer taraftan denizaltıları işletmek için yüksek güçlü tasarımlara gerek duyuldu. Bu çalışmalarda önemli olan tek nokta var: Bunların hiçbirisi, sivil amaçlar için daha ucuz, güvenli ve ekonomik tasarımlara yol açmadı. Sürekli vurgulanması gereken ve asla unutulmaması gereken bir gerçeğin de bir kez daha anımsanmasında fayda var: Nükleer enerji risksiz değildir. Ve gerçek olan şey, insanlığın felaketle kur yaptığıdır. Nükleer endüstri, nükleer enerjideki risk faktörünü değerlendirirken, daha çok riskin olasılık yönü üzerinde durmayı yeğleyerek, sonuçlarını ise dikkate almıyor. Oysa, risk yalnızca kaza olasılığı değil, olasılıkla kazanın sonuçlarının toplamıdır. Nükleer enerjide, gerçeklerle örtüşmeyen bir başka iddiaysa, bugün düşük dozdaki radyasyonun zararsız olduğudur. Birçok inceleme sonucunda, düşük dozlardaki radyasyonun da sonuçlarının ağır olduğu ıspatlandı. Bu yöndeki ilk tepki nükleer endüstrinin içinden geldi. 2 Şubat 1976'da, nükleer endüstrinin her düzeyinde toplam 56 yıllık iş deneyimine sahip üç nükleer fizik mühendisi, iş güvencesi ve aylık maaşı çok yüksek olmasına karşın istifa etti. Dale Brindenbaugh, Richard Hubbard ve Gregory Minor, Atom Erkesi Ortak Komitesi görevinden istifa gerekçelerini şöyle açıkladı: "General Electric'in Nükleer Güç Bölümü'ne ilk katıldığımızda bu yeni teknoloji düşüncesi bizi oldukça heyecanlardırmıştı. Hem günümüz insanlarına hem de gelecek nesillere hemen hemen sınırsız, çekincesiz ve ucuz bir güç kaynağı bulunduğunu düşünmüştük. Ancak bugün yanıldığımızı anlıyoruz. Nükleer endüstri, dar bir uzmanlar çevresinin endüstrisi durumuna dönüştü. Bu uzmanların her biri bu teknolojinin belli yanlarını geliştirip yetkinleştiriyor. Bu uzmanlar, bu endüstrinin çevremize yaptığı etkilerden çok az bilgi sahibidir. Biz istifa ettik; çünkü, yaşamımızı nükleer fizyon gücünün gelişip yaygınlaşmasına adamış olmayı daha fazla haklı gösteremezdik. Bu endüstrinin yaşadığımız gezegendeki yaşamı riske attığına inanıyoruz. Kansere ve genetik mutasyona neden olduğu bilinen ve tüm dünyada nükleer silah yapımına olasılık tanıyan plütonyum dev boyutlarda üretildiğinde bu endüstride çalışmayı daha fazla haklı gösteremez." Bu üç mühendis oldukça uzun itiraflarında, birçok şeyin yanı sıra, nükleer reaktörlerin tasarımları sırasındaki yanlış ve eksikliklerin bile tek başına acı sonuçlara yol açtığına işaret etmişlerdi: "Nükleer güç istasyonlarının tasarım, yapım ve işlemleri sırasındaki eksiklikleri birleştirirsek, bu güç istasyonlarında kazaların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Ancak nerede ve ne zaman?" Nükleer güç, "temiz ve risksiz bir enerji" olarak sunulduğu günden bu yana hep "öldürücü güç" oldu. Bu öldürücü gücün etkisinin en yüksek noktada görüleceği alan ise nükleer reaktör kazası. ABD böylesi feci bir kazayla 1975'te karşı karşıya geldi. Alabama Eyaleti'nin Athens yakınlarındaki Brown's Ferry Atom Güç İstasyonu, Amerikan nükleer endüstrisinin en kötü kazasına tanık oldu. Hava kaçaklarını denetleme amacıyla mum kullanan iki mühendis oldukça yüksek yanıcı özelliğe sahip olan ve yapıştırıcı olarak kullanılan poliüreten köpükleri kazayla ateşe verdiler. Ateş, reaktörün işlemlerini ve acil soğutma sistemini denetleyen kabloların plastik örtülerine hızla yayıldı. Reaktörün soğutma sistemindeki su hızla düşerken, çalışanlar çaresiz bir biçimde yangını izledi. Asıl önemlisi, bu kaza sonrasında, birçok düzenleme ve güvenlik önlemlerinin çiğnendiği ortaya çıktı.
3.4 BUGÜNE KADAR 169 KAZA OLDU
Nükleer endüstrinin kazaların "milyonda bir" olduğu iddiaları tarihsel gerçeklerle çelişkiye düşüyor. Çernobil ve Three Mile Island kazalarından sonra, Atom Enerjisi Konseyi, büyük kazalar olasılığını bin kez daha fazla değerlendirmişti. Bu, şu andaki reaktör sayısı dikkate alındığında, "ortalama olarak her 2.5 yılda bir, dünyanın herhangi bir yerinde ciddi bir 'çekirdek erimesi' kazası olacak" demekti. ABD Nükleer Denetleme Komisyonu'nun resmi kayıtlarına göre, bugüne kadar felakete yol açabilecek derecede 169 kaza olmuştu. Sadece 1980 ve 1989 yılları arasında, ABD'deki nükleer santrallerde, yaklaşık 34 bin operasyon hatası, en az 104 acil reaktör durdurma olayı ve çalışanların ölçülebilir dozda radyasyona maruz kaldıkları 140 bin olay rapor edilmişti. Japonya'da 1992 yılında tam 20 önemli reaktör kazası bildirilmişti. Yine 1992 yılında, Rusya'daki nükleer komplekslerdeki kazaların oranı yüzde 45 artmış, uzmanlar bir yılda uluslararası kuruluşlara 205 kaza rapor etmek zorunda kalmışlardı. 1992'de Rio de Janerio'daki Dünya Zirvesi'nde, Ukrayna Çevre Bakanı Dr. Yuri Scherbak, ülkesinde 1986'da meydana gelen Çernobil kazası sonunda yaklaşık 6 bin kişinin öldüğünü ve ölü sayısının 40 bine varacağını, ayrıca yüzbinlerce insanın da kansere yakalanacağını söylemişti.
3.5 TÜRKİYE'NİN ALTERNATİFİ ÇOK
Türkiye yenilenebilir enerji potansiyeli açısından oldukça zengin bir ülke. Ancak yenilenebilir enerji kaynaklarının çeşitliliğine ve yararlarına rağmen devlet bugüne kadar hidroelektrik santral dışındaki yenilenebilir enerjilerin ülkenin enerji yelpazesi içindeki rolü resmen kabul etmedi. Hidroelektrik: Türkiye'nin hidroelektrik potansiyelinin yılda 433 twh'ı aştığı hesaplanmaktadır. Güneş Isıl: 1995 yılında 52 bin TEP ısı üretildiği hesaplandı. Araştırmalar bu üretimin gelecek 15 yılda 6 kat artacağını gösteriyor. Güneş Fotovoltaik (PV): Güneş PV enerjisi için Türkiye'deki gerçekte sınırsız olan potansiyeline karşın devlet bu enerji kaynağını yok saydı. Türkiye'nin her yıl güneşten aldığı enerjinin yaklaşık 1 milyon twh olduğu hesaplandı. Bu da 1996 yılı enerji üretimin 11 bin katına eşittir. Dünya çapındaki deneyim, güneş PV enerjisinin maliyetinin hızla düşmekte olduğunu ve büyük ölçekte diğer üretim kaynaklarıyla rekabet edebilir hale gelebileceğini gösteriyor. Rüzgar: OECD rakamları Türkiye'de rüzgar potansiyelinin yılda 150 twh'den daha fazla olduğunu gösteriyor ve bu miktar 1995 yılı elektrik üretiminin iki katıdır. Biogaz: Hayvansal ve bitkisel atıkların çürütülmesi ile üretilen metan gazını depolayarak kullanılmadığı durumda tehlikeli olan bir gazı enerji kaynağına dönüştürmek olanaklıdır. Yıllar önce yapılmış araştırmalar Türkiye'de 32 twh'e kadar elektrik üretebilecek bir potansiyel olduğunu gösteriyor. Jeotermal: 1972'de devlet jeotermal elektrik santralı kurmaya yönelik bir program uygulamasına başladı. Bu program yılda 20 MW'lık, daha sonra da 30 MW'lık birimlerin yapımını öngörüyordu. Eğer plan tümüyle uygulanmış olsaydı, şu anda 710 MW'lık bir kapasite işletmede olacaktı.
The footer
Kimya Kütüphanesi
http://www.ekimya.com/printnews.php?id=19
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder